26 Ocak 2011 Çarşamba

Medeni Cesaret


In the future everyone will be world-famous for 15 minutes.” (Andy Warhol)




Beatbox bizim ata sporumuz mu yahu? Kolbastı ne ara organik bir parçası oldu kültürümüzün; çocukken 23 Nisan’larda stadyumda kolbastı oynayan gördünüz mü siz hiç? Rahmetli gibi çeneyi öne çıkara çıkara “Eşşooleşeğk” demek bir konservatuar sınavını geçmek için yeterli midir mesela? Michael Jackson öteki dünyaya göçmeden de bu kadar moonwalk meraklısı var mıydı bizim memlekette?

Biz çocukken medeni cesaret, pist boşken kalkıp dans etmekti. Bir şehirler arası yolculukta sesi güzel bir ablanın otobüs mikrofonundan herkesin eşlik edebileceği bir şarkıyı söylemesiydi. Anneannenin arkadaşları gelmişse misafirliğe, kendi kendine Almanca hal hatır sorup cevap verebilmekti. Tatil köylerindeki, okul pikniklerindeki yarışmalara gönüllü katılabilmekti. Ya var olan bir yeteneğini mütevazi bir şekilde sergilemekten çekinmemek; ya da zaten her yapanın komik görüneceği, haliyle kimsenin kimseye rezil de olmayacağı durumlarda komplekssiz davranmaktı.

2000’lerin başında hayatımıza Popstar yarışmaşarı ile giren yeni anlayış, özellikle 80’lerde doğmuş olanlara çocukluklarında öğütlenen “medeni cesaret sahibi olma” vasfını biraz ertelenmiş olarak ortaya çıkardı. Andy Warhol’u bile şaşırtacak bir hevesle konuya ilgi gösteren Türk halkı, bu anlamsız furyaya yatırım yapmakta vakitli davranan yapımcılara büyük paralar kazandırdı.

Göğüslerine koca koca numaralarını yapıştıran adayların bazıları eğlence için, arkadaşlarıyla şamata yapmak için, birkaç dakika televizyonda görünme ihtimali için; bazıları ise malesef yeteneklerine gerçekten inandıklarından; seçmelerin yapıldığı 5 yıldızlı otellerin önüne sebilhane bardağı gibi dizildiler. Kimi şarkısını bitirmesine bile izin verilmeden uğurlandı; bet sesini sergilediği videoları internette izlenme rekorları kırdı. Kimi jüri üyeleriyle dalaşarak, kimi memleketlilerinden oy toplayarak, kimi kişisel cazibesini kullanarak bu Kelebek ömürlü şöhretin tadını çıkardı. Reddedilenlerin pek azı “sağlık olsun, ben şansımı denedim” deyip evine döndü; tahminimce büyük çoğunluğu hala “fena halde hakkı yenmiş gizli bir cevher” olduğunu düşünerek uyuyor geceleri.

Başlarda yine büyük ölçüde Allah vergisi olan (ama yine de muhakkak eğitilmesi gerektiğini düşündüğüm) ses güzelliği ve müzik kulağı kıyaslanırdı.  Yıllar içinde aynı formatın oyunculuk, dans ve bilimum versiyonları türedi; sonuncusu da bu formatın son noktası olmasını umduğum, anlamı adında gizli güzide yarışmamız: Yetenek Sizsiniz Türkiye.. Fantastik bir sirk edasıyla beş benzemez gösterileri peşi sıra dizen, ucubeler kumpanyası. Zeki Müren taklitlerinin üçüncü sınıf sihirbazlık numaralarıyla, bir yaz Side’ye gitsek alasını bulacağımız barmen jonglörlüklerinin kolunu bileğini doğrayanlarla kıyaslandığı, birbirinden anlamsız beş benzemez yeteneklerin yarıştırıldığı bu saçmalıklar geçidini izlerken düşünüyorum...

Bu altı boş özgüveni pompalayan en önemli faktörün, nedense toplumumuzda çok yaygın olan “yırtma” hevesi olduğuna inanıyorum. İnsanoğlunun kolay yoldan para kazanmaya, emeksiz yemek bulmaya ve bir gecede ünlü/zengin/hem ünlü hem zengin olmaya bu kadar inanmasını biraz safça, biraz da cüretkar buluyorum.

Demem o ki, medeni cesaretin fazlası eksiğinden kötüymüş meğer.. Özgüvenin fazlası kişiye zarar, çevreye ise özür dilense de telafi edilemeyen bir rahatsızlık veriyor bence.

Andy Warhol ve Aziz Nesin’i aynı cümlede anarken, hepimize medeni cesaretsiz günler diliyorum.

*Karikatür: Erdil Yaşaroğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder