25 Temmuz 2017 Salı

Across the universe

Uzaktan gördüğümüz bir tanıdığa seslenirken, en olmadık yerde kahkaha atarken, alçak sesle dedikodu yaparken, gece gördüğümüz rüyayı dünyanın öteki ucundaki arkadaşımıza telefonda anlatırken, taksiciyle trafikten şikayet ederken, durmadan şikayet edip de değiştirmek için hiçbir şey yapmadığımız gündelik gerçeklere söylenirken, dilimize nerden takıldığını bilmediğimiz bir şarkıyı mırıldanırken; sözün özü etrafımızdaki dünyayla her türlü iletişimi kurarken bir titreşim oluşturuyoruz.
Karşımızdaki dinler gibi görünüp içimizden "hadi lan ordan" derken, birinin gözlerinin içine bakıp içimizden geçen binlerce yanıtı susarken, olduğumuzdan çok başka bir yerde olmayı hayal ederken, dilek tutarken, sıcak bir yaz gecesi uyur uyanık açık pencereden gelen sesleri anlamlandırmaya çalışırken, sokakta arkamızdan yürüyen adamdan tedirgin olurken birer radyo gibi frekans yayıyoruz.
Bunların hiçbiri evrende kaybolmuyor; zaman ve mekanın bizim muhakememizin çok ötesindeki yolculukları boyunca ilerleyip bir alıcıya ulaşıyor. Milyonlarca ışık yılı ve sonsuz kilometre uzakta bir yerde, belki başka bir galakside, çapraz bir boyutta hayat buluyor. Belki cevabı da geliyor, bilemiyoruz. Geldiğini anlayamıyoruz. Belki o yüzden bütün gün hatırlayamadığınız o isim tam uykuya dalacakken aklınıza geliveriyor. Belki o yüzden bazı sabahlar içimizde yıllardır duymadığımızı sandığımız o şarkıyla uyanıyoruz. Belki o yüzden "Yaa kaç gündür aklımdasın" diye şaşırıyoruz sokak ortasında karşılaştığımız arkadaşlarımızla.

Mistik ya da doğaüstü bir şeyden bahsetmiyorum. Ortaokul fizik müfredatı bu!
Fizikte basit yasalar vardır; bir: kütle çekim yasası. Evrende kütlesi olan her şey birbirine kuvvet uygular. 
(Bunun duygu dünyamızdaki adı kısaca özlemektir. Özlediğiniz, yoksunluğunu çektiğiniz şeyin sizin eksikliğinizi hissetmemesine imkan yoktur.)
Gergin tuttuğunuz bir kağıdın iki eksenine zamanı ve mekanı koyun. Üzerine de birbirinin aynı hacimde ama farklı kütlelerde misketler bırakın. Misketler kendi gücünün yettiğince izler oluşturacak, yeterince güçlü olanlar belki kağıdı yırtacaktır. Bu göçük ve yırtılmalara zamanda - ve mekanda- bükülme diyebiliriz. Zamanı ve mekanı bükmek, misket çapında da olsa başka bir boyuta kapı açmak demektir.
Kim bilir, belki o çok içinizde kalan ilk aşkınızla başka bir boyutta buluşmuşsunuzdur.

Bir diğer fizik kanunu der ki: cisimler elektrik yüklerine göre birbirlerini iter veya çeker. Aynı yükler birbirini iterken zıt yükler birbirini çeker. Burdaki çekimin nedeni en basit şekliyle, kendilerindeki eksiği tamamlayacak olanın karşındakinde olduğunu duyumsamalarıdır. (Özlemek diyorum, özlemek. Tekrar söylüyorum, yoksunluğunu çektiğiniz şeyin sizin eksikliğinizi hissetmiyor olması imkansızdır.)

Bunu lütfen insanın kısıtlı duyu ve algılarıyla anlamlandırmaya veya çürütmeye çalışmayın. En nihayetinde duyular yetersizdir ve algı görecelidir. İnsanın dünyada duyumsayabildiği ses aralığı bile kısıtlıyken, görme dediğin beceri gece karanlığında devre dışı kalırken ve en alası bile 40 yıla kalmadan garanti kapsamı dışına çıkarken, insanların yalnızca duyularına güvenerek hareket etmesi en kibar tabirle naiflik. Algı dediğinse zaten illüzyon. Aynı olayı üç arkadaşınıza anlatıp yorumlarını isteyin, eminim üç farklı hikaye dinleyeceksiniz, aynı teoriyi bile üç farklı ifadeyle ele alacaklarını göreceksiniz. Güzel bakan güzel görür, bu kadar basit.

Dolayısıyla, gördüğümüz hiçbir şey aslında gördüğümüzü sandığımız şey olmayabilir. Görmediğimizi sandığımız her şey gözümüzün önünde olabilir. İçimizi yakan acılar hayatta başımıza gelmiş en büyük talih olabilir. Hayatın ilginçliği her an bir karar vermek zorundayken aynı anda hiçbir zaman nihai kararı veremediğinin ayırdında olmak. İşte bu yüzden hayat bir akış ve biz o akışın içindeyiz. Akışta olmak bir beceri değil yani aslında, mecburiyet.

Allahım lütfen dilimin, aklımın, kalbimin, niyetlerimin ve sözlerimin yaratım gücünü unutmama bir an bile izin verme. Jai guru deva om. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder