15 Temmuz 2011 Cuma

Aşka dair

Bir gün, hem de sana göre dünyanın en sıradan günüyken belki, bir şey oluyor ve hayatının bir daha asla eskisi gibi olmayacağını anlıyorsun. Güneş daha parlak, sesler daha yüksek, duyduğun haberler hep güzel, insanlar hep gülüyor gibi geliyor sana... İçin gülüyor aslında; çok sevdiğin bir mide ağrısına gülüyor için, hiç kaygılanmadığın bir kalp çarpıntısına.. Hele bir de yeni yeni filizlenirken umutların, hemen sahipleniliveriyorsa, senden mutlusu yok.

Aşık oldun. Belki ilk görüşte çarpıldın, belki “Bunca yıl gözümün önünde duranı nasıl görmedim?” dedin, aklına gelmeyen başına geldi; ne olduysa oldun işte, dedim ya, artık bir daha asla eskisi gibi olmayacak.. Olmayacak da, bir yerden sonra her günün birbirinin aynı olacak be kardeşim! Kalbini çarptıran adamın suratına kapı da çarpacaksın, tertemiz dileklerle kapattığın fallar kuruyacak; bazı fallar yıkasan da yıkamasan da çıkmayacak.
Arkadaş olacaksın o çok aşık olduğunla, saatlerce birbirinin gözünün içine bakmaktansa onun bunun dedikodusunu yapmak daha cazip gelecek.
Dost olacaksın, kimselere diyemediğini, belki kendine diyemediğini ona diyeceksin.. Utanmayacaksın çünkü senin en aciz, en garip yanını görmesinden.
Kardeş olacaksın, bir hastane odası önünde beklerken, yahut belin tutulduğunda en özel işlerin için ondan yardım alırken; fark edeceksin ki bugüne kadar en yakınlaştığın an aslında bu.. Ne romantik bir haftasonu, ne bir karanlık bir odanın mahrem sırları...
Ortak olacaksın, her attığı adıma hissedar, her ağzından çıkana kefil olacaksın...

Aşk dönüşüyor, ey faniler, hoşumuza gitse de gitmese de; aşk ilk günkü gibi kalmıyor...
Aşk zaten ilk günkü şiddetinde kırk yıl kalsa, hiç birimiz ne işe güce gidebiliriz, ne bir hayat kurabiliriz...
Kimileri var, aşkın bu dönüşümünü huzur ve güvenle izliyor; kimilerinin yüreğine ise bir panik yerleşiyor. Aşkın dönüşümünü aşka hiç yakışmayan bir sorgulamayla didiklemeye başlıyorlar.

İşte bu zat-ı muhteremlerin bazıları, aşkla beraber kendi piyasa değerlerinden de şüphe etmeye başlıyor. Gece yatağında dönerken, dostlarla yemek yerken bir başını kaldırıp etrafa baktığında, çok eskiden kendini ait hissettiği ortamların artık başkalarına ait olduğunu görüp yabancılaştığında, içinde sesler başlıyor: "Hâlâ iş yapar mıyım ben acaba? Giderim var mıdır? Şöyle bir çıksam, kaça alırlar beni? Şu yanımdaki, değerimi biliyor mu acaba? Sahi değerli miyim ki ben hâlâ?"

Ve zaten, arayan belasını da bulur Mevlasını da... Bir kere kalbine bu niyet düşen, elbet bulur kendisine fiyat biçecek birini. Uykusuz geceler asıl bundan sonra başlar.
Yanıbaşında uyuyan biri var bu sırada; nicedir adı senden ayrı anılmayan, senin bir elin bir kolun gibi, uzvun gibi olmuş biri, kimsenin seni ondan ayrı düşünmediği biri... Sen onu kesip atsan, senin onsuz bir halin kalacak ortada cascavlak. Senin onsuz halin de sana yabancı, haberin yok.

Öbür tarafta bir kırmızı elma var, parıl parıl, senin olmayı bekleyen.. Senle onun arasında senden engeller var aslında, vaktiyle bayıla bayıla alıp kendi etrafına yerleştirdiğin çitler var.. Korkuların var, hüsrana uğrayıp geri dönersen ne bulacağına dair. Rahatını bozmaya değer mi değmez mi, asla emin olamaz ki insan. Sosyal statüleri, etraf ne der'leri tenekeden zırh gibi giymiş korkaklarız çünkü hepimiz..
Her cenazeden sonra üç günlük dünya deyip yalnızca kendi keyfine bakmak kararı alsan da çok geçmeden (artık dördüncü gün hayatın üç gün olmadığını anladığımızdan mıdır nedir) korkuyorsun ya üç günden uzunsa dünya?
Ya ömrüm bu kalp çarpıntısından uzunsa?

Gecenin bir yarısı camdan bakarken çıkıp gitmek geliyor içinden. Sonra geri dönüyorsun odana, alıştığın sıcak yatağa girip, uzak bir hayalin rüyasını görmeye yatıyorsun.
Biliyor musun bilmiyor musun bilmem ama; değmiyor çünkü.
Başkalarının kalp kırıklıklarından inşa edilmiş bir sal üzerinde çok uzun yol alınmıyor okyanuslarda. Seni az önce neşeyle yükselten dalganın hemen ardından gelenle alabora oluyorsun. Zaten çıkarken paramparça ettiğin liman da artık olmadığına göre, sana bir anda çok korkunç görünmeye başlayan okyanusun ortasında, elim elim üstüne kalıyorsun.

Aşkın dönüşümünü yok sayarsan, aşkın ne olduğunu hepten unutuyorsun. Sonra adını aşk sandığın bir budalalığın peşinde, uyduruk bir tahta parçasının üzerinde sırılsıklam, yapayalnız kalıyorsun...

1 yorum:

  1. Başkalarının kalp kırıklıklarından inşa edilmiş bir sal üzerinde çok uzun yol alınmıyor okyanuslarda...

    bu nasıl bir cümledir gercekten yaa

    YanıtlaSil