Düşündüğünüz her şeyi söyleyebiliyor musunuz?
Karşınızdakine.. Aklınızdakine.. veya sadece kendinize..
Bazen insanın aklından geçenler boğazından geçmiyor.
Gururdan, utançtan, öfkeden veya korkudan.
“Söylersem ne olur”u hesap etmekten; hiç hesap etmediğim şeyler yaşıyorum.
Söyleyemediklerimin yanında söylediklerim hiç kalıyor. Söyleyemediklerim
bana; söylediklerim, söyleyemediklerime hiç yakışmıyor. Söyleyemediklerim, söylediklerimi
de anlamsızlaştırıyor.
Daha söyleyecek çok şeyim olan bir insan artık beni dinlemiyor
mesela. Ve nedenini bile bilmiyorum. Nedenine kafa yorunca naçiz aklımın
ürettiği tahminler o kadar üzüyor ki, yeni hayallere kapılmaktan kendimi
alıkoyamıyorum.
“Söyle ona..” diyebileceğim kimse de yok. Boğazımda bir düğümle
kalakaldım. Günlerim söyleyemediklerimin paramparça olup dökülmesini izleyerek
geçiyor.
Dünyanın bir ucundan sesimi (veya söyleyemediklerimi) duyan
bir insan evladı, güzel bir iş yapmış; “The Thoughts Room”u yaratmış.
Giriyorsunuz, söyleyemediklerinizi yazıyor ve gökyüzüne
bırakıyorsunuz. Evrene mesaj göndermek gibi değil. Söylediğiniz her şey siz ve
yıldızlar arasında sonsuza dek sır olarak kalıyor.
İnsan kendini yıldızlara ulaşacak kadar yüksek sesle
bağırmış da kimseye duyurmamayı başarmış gibi hissediyor.
Yazana, yazdıklarının kayan yıldızlar gibi uzay boşluğunda
parçalanıp sonsuza karışmasını izlemek kalıyor.
Tıpkı söyleyemedikleriniz gibi.