27 Mayıs 2011 Cuma

Allahın Emri...

Evlenme teklifi almanın iyi yanı; uzun süre etkisi geçmeyen gülümseme, tebrikler ve iyi dilekler, gülen gözler, planlar, hayaller..
Evlenme teklifi almanın daha az iyi olan yanı; pek çok prosedür, ailevi bürokrasiler, hem kalp kırmaktan hem kırılmaktan korkma ve tüm bu saydıklarımın göbeğinde duran, gergin bir etkinlik: kız isteme!


Hayırlısıyla yarın isteniyorum. Fikir olarak bir insanın başka bir insandan istenmesine karşıyım; ne var ki bu tarz ergence ukalalıkları yapmak için biraz yaşlıyım; başa gelen çekilecek... Resmi ortamlarda aşırı derecede gerilen ve konuşacak hiç bir şey bulamayıp tuzluk gibi oturan bir insanım. Dolayısıyla yarın aralarında oturduğum bir grup insan,  istisnasız tamamı gözünü dikmiş bana bakarken; beni iyi tanıyanlar içinden kıs kıs gülecek, pek samimi olmadıklarımsa muhtemelen "iyi hoş da gelin biraz alık galiba" diyecek. Bense bu sırada bir köşede gözlerimi halının deseninden seçtiğim bir motife dikmiş, dakikaların geçmesini bekliyor olacağım. Annem otururken bacaklarımı düzgün tutmam için kaş göz yapacak; onu bile görmeyeceğim.


Yüreğimi biraz da olsa hafifleten, bir sohbet açmamın beklenmeyecek olması en azından. Hanım hanım köşemde oturmam yetecek. Sırayla herkes birbirine "siz nasılsınız?" "bu sene de yaz gelmek bilmedi" gibi small talk'lar yaparken; ben kibar kibar gülümseyeceğim. Kahve tutarken "Buyrun", tebrik edenlere "Teşekkürler" demek dışında pek   repliğim olmayacak. Küçük bir müsamere gibi görüyorum, sıram gelecek, rolümü oynayacağım ve bitecek. 


Haftalardır gerildiğim her ne varsa, yarın akşam itibariyle komik bir anıya dönüşecek. Küçük anksiyete krizlerim, mide ağrılarım ve tuhaf rüyalarım; bu piyesten bana hatıra kalacak.


Benim için dua edin, olur mu?

6 Mayıs 2011 Cuma

Hıdırellez


Kendimi bildim bileli (elimde kağıt kalem uyuyakaldığım 2009 senesi hariç) her sene 5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece bir gül ağacının dibine dileklerimi bıraktım. Kimi zaman yazdım, kimi zaman çizdim.. Kibrit çöpünden dileğinin maketini yapanı da gördüm; dergilerden fotoğraf kesip kolaj oluşturanı da... Her sene dileklerimi, son dakikada elimde diktiğim kırmızı bir keseciğin içine koyup gül dalına astım.

Derler ki, Hızır ile İlyas, yıl boyu sadece bu gece yeryüzünde buluşurlarmış. 5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece biz uykumuzdayken kapı kapı gezip tüm bahçelere bereket, evlere huzur, dertlilere derman, hastalara şifa, borçlulara para getirir; kalbi temiz insanlara yardım ederlermiş. Gül ağaçlarına özellikle uğramayı ihmal etmez; tek tek okudukları dileklerimizi gerçekleştirmek için yıl boyu çalışırlarmış, bir dahaki Hıdırellez'e kadar..

Eğer bu yazıyı benim yazdığım gece okuyorsanız; hadi üşenmeyin, yazın çizin dileklerinizi. Bir kırmızı çaputa, kurdeleye bağlayın, hiç olmadı bir kağıda sarın ve bırakın gül ağacının dibine. Batıl inançmış, pagan adetiymiş, boşverin bunları. İyi geliyor insana, kendi acemi çizgileriyle çizilmiş bile olsa güzel bir geleceğin resmine bakmak..

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Spor için sanat!


Sanat dediğin eskiden az bulunur bir şeydi. Herkesin pek anlamadığı, eski olana ağzı açık baktığı; yeni olanınaysa ya burun kıvırdığı ya da anlamadığını kamufle etmek için bayılmış göründüğü bir kavramdı.
Ne var ki son yıllarda lüks nasıl demokratikleştiyse, ünlü tasarımcılar uygun fiyatlı koleksiyonlar yapmaya, zincir mağazalar için koleksiyonlar tasarlamaya başladıysa; sanat da demokratikleşti. Aslında gerçek anlamıyla insanın kendi ifadesinin temel yollarından biri olan sanat, aslına rücu etti ve sadece büyük sanatçılara değil, herkese kendini ifade etme ve ortaya çıkanın adına sanat diyebilme özgürlüğü tanınır oldu.

Ortaya çıkana bir sanat eseri deyip dememek; herkesin kendi takdirine kalmış. Sanat olarak dikkate almamak kadar, “ben sanat yaptım, kime ne” demek de serbest.



Önce Adidas, müzik yapan ayakkabı modeli Megalizer’ı yarattı. Dansçıların adımlarıyla oluşan müziğin, kendisini yaratan adımlara en çok yakışan melodi olduğu su götürmez bir gerçek. Kulağa hoş gelir gelmez, orası bilinmez elbet.

Bu hamleye karşılık vermekte gecikmeyen Nike, “+ GPS” teknolojisini kullanarak koşucuların ayak izlerinden resim yapan bir ayakkabı modeli çıkardı. Ayakkabıların tabanına entegre edilen özel bir yazılımla, Nike+GPS sahiplerinin adımlarının yarattığı frekansların renk ve desen yansımaları; bir sanat eseri oluşturuyor. Fırça darbeleri ve renkler koşucunun hızına, üzerinde yürüdüğü zemine ve adım sıklığına göre değişiyor. Uygulamayı ilk test edenlerin eserleri ayakkabı kutularında ölümsüzleşti.

Dediğim gibi, meydana gelenin adına sanat deyip dememek herkesin kendi takdiri. Ama sanatın demokratikleşmesi, ileri bir zümreye mahsus olmaktan çıkarılıp herkese kendini ifade etmenin yollarının sunuluyor olması, hoşuma gitmiyor değil. En nihayetinde sanat, her zaman toplum için değil; bazen de spor için sanat!