30 Aralık 2010 Perşembe

hafıza-i beşer



Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür.” (Türk atasözü)

Blogumun ismine yaraşır bir şekilde, 2010 yılı üzerinde isim-şehir oynamaya karar vererek başladım bu yazıya. Biraz hafızamı zorladım; biraz da tüm gazetelerde hazırlanmış olan “2010 yılına bakış” fotogalerilerini .. İnsan hafızasının yaradılışına hayran olmakla isyan etmek arasında gidip geldim.

İnsan aklı, olumsuz olayları hatırlamamaya ne kadar yatkın; mutsuzlukları derinlere gömmeye, kötülüklere sünger çekmeye.. Ne kadar dirensek boş, gece olup da biz uykuya dalınca hafızamızdaki çirkin kareleri, kötü sözleri, acı ve hüzüneri süpüren zihnimizi temizleyen küçük süpürgeler var, Hayatın adaletsizliği ve acımasızlığına rağmen hayatta kalabilmek için bunun gerekli olduğunu bilsem de, 2011 yılında Türk halkına ve tüm dünyaya daha güçlü bir hafıza diliyorum. Kötülükleri unutmamak ve unutturmamak için.. Iyilikleri unutmamak ve hayata tutunmak için.

2010 yılından bende iz bırakanlar ise şöyle:
Tekel işçilerinin haklı direnişi, Meksika Körfezi’ndeki BP kuyusunda yaşanan patlamanın ardından denize dökülen 206 milyon varil petrol, KPSS skandalı, Eyjafjallajokull Yanardağı’ndaki patlamanın yarattığı kül bulutuyla 21. Yüzyılda insanoğlunun doğaya her şeye rağmen yenik düşmesi, Elazığ ve Haiti’deki deprem ile Pakistan’daki sel felaketleri, Zonguldak’taki maden kazasında hayatını kaybeden iki işçinin cesetlerini bile hala alamayan ailelerinin, Şili’deki maden kazasından tam 69 gün sonra 33 işçinin yerin 700 metre altından sağ çıkarılmasını seyretmelerinin verdiği tarifi imkansız duygular, Türk halkının akla karayı ayıklamaktan maalesef aciz olduğunu bize bir kez daha gösteren Mavi Marmara, Wikileaks, Taksim Meydanı’ndaki canlı bomba saldırısı….

Hadi siz hatırlatın benim hatırlayamadıklarımı!

isim: Julian Assange
Şehir: Beyrut
Bitki: Alltın çilek
Nesne: Ipad
Etkinlik: U2 360º Tour Istanbul Konseri
Film: Inception, Christopher Nolan
Kitap: Muz Sesleri, Ece Temelkuran

Beni bu yazının başına oturtan asıl amacı tamamlamış olarak, hepinize mutlu bir sene diliyorum.

25 Aralık 2010 Cumartesi

91365



O benim en yakın arkadaşım. Tam yedi buçuk yıldır. Hemen her yere beraber gittik, benle geldi. Benle olmadığı az ortamda da her an onun yanımda olmamasının huzursuzluğuyla, kavuşacağımız anı bekledim.

Son 7 buçuk senede gittiğim her yerde, girdiğim her ortamda “merak etme, sıkılırsan ben hemen seni alır götürürüm burdan” dedi bana sessizce. Sadece ikimizin anladığı, aramızda anlaştığımız bir dilde.

Ben ise, onun bana olduğu kadar iyi bir arkadaş olamadım ona. Cebimde param oldukça yakışıklılığını herkes görsün diye süslenmeye götürdüm onu. Ama çoğu zaman yağmuru çamuru, kimi zaman sıcağı tozu, bazen de yorgunluğu, üşengeçliği bahane ettim. O ise benim çok iyi bildiğim yakışıklılığını, kendimden başka tüm gözlerden saklamak istememi anlayışla karşıladı.

Ona büyük bir teşekkür borçluyum. Artık hayatımda olmayacağı için üzülmesini istemiyorum.

Onu ilk gördüğümde vurulmadım. Ne yalan söyleyeyim aklım başkasındaydı. Ondan daha yakışıklı bir hemcinsiyle flört ederken, babam bizi birbirimize uygun görmedi ve uzun tartışmalar sonucunda bu yazıya konu olan yakışıklıyla birbirimize münasip görüldük. O beni ilk görüşte sevmiş sonradan öyle söyledi. Ve her müşfik erkek gibi sabırla hislerine karşılık vermemi bekledi.  Zaten onla başbaşa kaldığımız ilk anda, diğer yakışıklıya duyduğum aşkın alevini söndüren; müthiş bir güven hissettim ona karşı…

Bir gün bir baktım ki -mecazi değil gerçek anlamıyla sözün- vazgeçilmez bir parçası olmuş hayatımın. Onsuz bir yere gidemez olmuşum.

Çok güzel günlerimiz oldu, çok nazımı, kahrımı çekti.. Tatillere götürdü beni. Bozcaada yollarına düştüğüm her sefer, arabalı vapuru yakalayalım diye nefes nefese bıraktım onu. Aptal müziklerimle başını ağrıttım. Gün içinde değiştirmek isterim belki diye, aynı anda birkaç ayakkabımı taşıttım ona. Annemden gizli yaptığım alışverişleri bile saklamasını istedim haftalarca, ses çıkarmadı…

O beni hiç ama hiç yarı yolda bırakmadı.
Ben onu abuk subuk sokak ortalarında bırakıp gittim bazen. Bi kaldırım köşesinde bekledi beni yağmur çamur demeden.

Birlikte geçirdiğimiz 7 buçuk yıl boyunca ayrılık vaktinin bir gün geleceğini hep bildim. Bildim ama aklıma getirmekten kaçındım. Bir gün onsuz olacağımı ve yola bir başkasıyla devam edeceğimi hiç düşünmek istemedim…

O benim, sokakta kaldığım bir yılbaşı gecesi kabarık elbisemin üzerine bagajından bulduğum bir eşofmanı giyip koltuğunda uyuduğum arabam… O benim  günahlarımı, sevaplarımı, sırlarımı, herkesten gizlediğim gözyaşlarımı saklayan arabam.. Aynasında makyajımı yaptığım, yedi buçuk senedir ona bir nazar boncuğu alamamış olsam da kendisi benim nazar boncuğum olan arabam..

Bugün, sayısız hatıra ve bu yazının başlığı kadar kilometre sonra, hayatımın en değerli, en yakışıklı, en müşfik erkeğiyle; ilk arabamla vedalaşıyorum.

Paylaştığım kısıtlı insanın fena halde yadırgadığı bu hislerimi huzurlarınızda, blogumun ilk yazısında sizlerle paylaşmak; ve ona teşekkür etmek istiyorum.

Bil ki seni artık sevmemem değil  ayrılığımızın sebebi.. Bil ki yerini dolduranların hiç biri, kalbimdeki yerini dolduramayacak. Söz veriyorum, yolda gördüğüm tüm yakışıklı lacivert Corolla’lara dat dat yapacağım. Yeni arkadaşına da bana olduğun kadar iyi bir yol arkadaşı olacağına eminim. Umarım sana iyi bakarlar. Biliyorum çünkü, sen yola birlikte çıktığın herkese çok iyi bakarsın…


Seni hiç ama hiç unutmayacağım.